24 Mart 2012 Cumartesi

beni bırakın beni bırakın beni bırakııınnn copacabanalardaaa
















Bir el kalbimi sıkıyor sanki...
sanki kalbimin kenarlarında duvarlar var gittikçe birbirlerine yaklaşan...
boğazım da düğüm düğüm... hani ağlamak isterseniz ama ağlayamazsınız...
ağlamak istediğinizi çaktırmamaya çalışırsınız... konuşmak bile istemezseniz...
sesiniz titrer diye... gözyaşlarınız sizi boğar diye... işte tam da öyle...
nedeni, niçini, nasılı yok... öyle...
herşeyden, herkesten uzaklaşmam lazım bi süre...
uzaklara, çok uzaklara gitmem lazım... bir deniz kenarı olabilir mesela...
brezilya mesela...
copacabanada, güzelim kumların üzerinde saatlerce durabilirim mesela... sadece durabilirim... kendimi bile dinlemeden, sonsuzluğa bakıp,
 hiç bir şey düşünmeden, sadece maviye bakarak, derinliklerde kaybolabilirim..
ta ki; kalbimin kenarlarındaki duvarlar yıkılana kadar... boğazımdaki düğüm çözülene kadar...
hem belki orada ağlayabilirim...

ağlama duvarımmm

aslında eğlenceliyimdir... en azından severim eğlenmeyi... buraya da eğlenceli birşeyler yazayım diyorum, olmuyor... hep canım sıkıldığında, içim acıdığında aklıma geliyor bu sayfa... belli oldu.. burası ağlama duvarım olacak benim... yüzyüze anlatamadıklarımı, hissettiklerimi, kimseyle paylaşamam dediklerimi buraya yazacağım... içimi buraya dökeceğim... o ketum ben, herşeyi kendim halledebilirim, güçlüyüm, kimseye ihtiyacım yok diyen ben; bu blogla dertleşeceğim... 

11 Mart 2012 Pazar

öyle işte...

gözleri yeşil... sarıya yakın lüle lüle saçları... o saçlarını pembe oyalı mavi eşarbıyla kapatmaya çalışmış... adı ne bilmiyorum... yaşını da... ama belli ki 18'den fazla değil...
mikrofonu uzattım... anlattı olayı... düzgün türkçesi vardı... aklına geldiğince, yaşadıklarını, acısını kelimelere döktü... hazırlanmamıştı.. öyle sözlerini özenle seçmedi... düşünmedi... ne geldiyse içinden ... zaten onun için çok içten, samimiydi... anlattı, anlattı... soru sormama fırsat vermedi... anlattıkça yeniden yaşadı acısını... seçtiği kelimelerden çok yüzünden belliydi yüreğinin ne denli sızladığı... hatta sızlamak ne kelime, yüreğinin ne denli yandığı... bi süre sonra tutamadı da gözyaşlarını... elindeki fotoğrafa baktı, 'bir parçasını bile bulamadılar, bir parçasını getirsinler bana' dedi... ölüm acısı tamam da, gidip gözyaşını akıtacağı, dertleşeceği, sarılacağı mezar taşı bari olsun istiyordu...
uluderede, hayatını kaybeden 34 kişiden birinin yakınıydı... o anlattıkça ağladı; o ağladıkça ben de ağladım...
uzaktan göründüğü gibi değil...
bambaşka bir dünya var orada... bambaşka bir acı... yaşamayanın hiç bir zaman anlayamayacağı, hissedemeyeceği bir acı... olay zaten büyük, vahim.. ama gitmeseydim bu kadar içimde hissedemeyecektim... o yeşil gözlerdeki acıyı, öfkeyi, hayalkırıklığını görmeseydim; hep eksik kalacaktım...
hani diyenler var ya ya; "aman canım onlar da kaçakçılık yapmasaydı" diye... öyle değil işte... oraya gidince anlıyorsun... öyle bir yerleşim yeri ki; tarım yapsan kazacak alan; hayvancılık yapsan hayvanı salacak meran yok... şartlar elverişsiz... hiç bir bilmediğimiz hayat mücadelesi var orada... şimdi o hayat mücadelesine dayanılamayacak bir acı da eklendi.. hiç unutamayacakları, hatırladıkça daha da derinleşen bir acı...